31 Mart 2015 Salı

Uzun Uzun Namaz!

Varoluşumuzu değerlendirirken doğduğumuz coğrafyayı da hesaba katmak gerekir. Biraz daha geriye gidip varolduğumuz coğrafyanın hangi tarihi olayların seyriyle günümüze geldiğini de hesaba katmalı. Nitekim uzak ve yakın tarihimizde yaşadıklarımız kişisel hikayemizi de şekillendirmekte.
Yıllar sonra küçüklüğüme namaz odaklı dönüp baktığımda, Şeyh Said hadisesinin önemli izlerini farkediyorum. Hadise'nin en fazla etkilediği üç şehirden ikisi olan Elazığ-Bingöl hattında geçti çocukluğum.
Alim bir babanın oğlu olarak gözümü doğal olarak namazda açtım. Medresede ve zikir meclisinde emeklediğim için ilk namazımı tam olarak hatırlayamıyorum ama namaz adına hatırladığım en muhteşem tablo Qubeysî dağında yaşadıklarımızdı.
Birkaç ay önce doksan küsür yaşında vefat eden bölgemizin büyük alimi Molla Bahri öncülüğünde talebeleri, müridleri, sevenleri ve tabi biz çocuklarla beraber her yıl muhteşem bir çıkartma yapardık Qubeysî Dağı'na. Qubeysî'nin bir sahabe olduğu, Bizans'a karşı çarpışa çarpışa dağın doruğuna çıktığı ve orada şehit edildiği anlatılırdı.
Qubeysi dağına zikirlerle, tekbirlerle, tahlillerle tırmanılırdı. Tırmanma esnasında çoğu zaman tek katır bulunur ve sırtında sarıklı haliyle ve tüm heybetiyle Molla Bahri bulunurdu.
Zirveye varıldığında cemaatle kılınan namazın zihnimde ve gönlümde iz bırakan en muhteşem karesi, Molla Bahri'nin Diyarbakır'a doğru bakan uçsuz bucaksız uçurumlara ve dağlara yönelirken kıldırdığı uzun uzun namazlardı. Kıyamlar bacaklarımızı zorlardı ama sabırla dururduk, dimdik dururduk, uzaklara dalarak küçük yaşımıza rağmen namazdan keyif alırdık. Uzun uzun secdelerde anlımız zorlanırdı belki, kan akışımızı bozardık ama o bekleyişlerle aynı zamanda rüştümüzü ispat ederdik. Bizler de büyüktük artık; yüce dağlarda koca koca amcalarla, muhteşem alimlerle, herdem tebessüm eden sufilerle hemhal oluyor, onların kıldığı kadar uzun namaz kılıyor, onlar kadar zikrediyorduk.
Sultan Qubeysi'nin çok önemli bir gizemi vardı, namaz ille de belli bir yerde kılınırdı; seccade büyüklüğünde mermerimsi taşlardan yapılma etrafı yine taşlarla çevrili yüksek mekanda. Taşların üzerine seccade ve battaniye serilmezdi, çıplak ayaklarımız uyuşurdu ama uzun uzun durmalar terkedilmez, diz çökme pozisyonundan dahi vazgeçilmezdi.
Bu doğal mescidin hikmetini zamanla öğrenecektik. Şeyh Said'i öğrenince Şeyh Şerif'i tanıdık, Şeyh'in sağ kolu, Şeyhle beraber idam edilenlerden. Şeyh Şerif bir süre bu zirvede yaşar, mescidin altındaki küçücük mağarada. Şeyh Şerif'in hemen mağara üzerindeki alanda namaz kıldığı anlatılır.
Bu gizem o alana muhteşem bir anlam katar. Namazın eğilmek ve kalkmaktan ibaret olmadığını, bir duruş olduğunu, asırlardır devamedegelen ve kıyamete kadar devam edecek olan bir duruş olduğunu hissettirir. Zalimlere karşı dimdik olmayı doğuran bir duruş, mazlumlara hemhal olmayı gerektiren bir duruş. Medreseyle tekkeyi, ilimle irfanı, alimle şeyhi biraraya getiren bir duruş.
Bu öyle bir duruş ki kırkımıza vardığımızda da bizi muhafaza ediyor, yetmişimize vardığımızda da bizi muhafaza edecek ve dimdik ayakta tutacak.
Molla Bahri vefat etmeden önceki görüşmelerimizde de aklımızda kalan en önemli karelerden biri yine uzun uzun ve kıyamda kıldırdığı namazlar oldu. Doksanlı yaşına rağmen her ziyaretimizde sehpasında kitap vardı ve namazı mutlaka ayakta kılardı, uzun uzun secdelerle kılardı.
Gözümü namazda açtım, daracık evimizde belki de beşiğimizin hemen yanında uzun uzun namazlar kılındı. Beşikten mezara kadar devam edilmesi gereken bu duruşu sonraki kuşaklara aktarabilirsek ne mutlu bize…

(Bu yazı Mart 2015'te Ensar Neşriyat'ın bastırdığı "Huzura Doğru 5 Büyük Adım" adlı kitapta yayınlanmıştır.)

20 Mart 2015 Cuma

İmam Hatip Okullarının Geleceği

Birkaç haftasonu ÖNDER (İmam Hatip Okulları Mezunları ve Mensupları Derneği) programları dolayısıyla Anadolu’da muhtelif bölgelerde çalışmalara katıldım.
ÖNDER, Türkiye genelinde 300’ü aşan mezun derneklerinin çatı kuruluşu hüviyeti ile İmam Hatip odaklı faaliyet yapan bir sivil toplum kuruluşudur. Dernekler arasındaki koordinasyonu sağlıklı yürütmek için Türkiye’yi 21 bölge koordinatörlüğü şeklinde ele alıp yılda bir defa kapsamlı bir şekilde her bir bölgede yerinde detaylı istişareler yürütmektedir.
4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte İmam Hatip okullarına ciddi bir yönelme olmuş, 28 Şubat’tan bu yana kısıtlanan bu alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da (ki kendisi de İHL mezunudur) gayretleri ile bir miktar pozitif ayrımcılığa tabi tutulmuştur.
Sanılanın aksine İmam Hatip okullarında abartılı bir sayıya ulaşılmış değildir. İmam Hatip öğrencilerinin Türkiye’deki tüm öğrencilere oranı daha yeni yeni 28 Şubat’taki oran olan %10’lara ulaşmıştır.
Geçen hafta Antalya ve Konya bölgelerinde yaptığımız koordinasyon toplantılarında dernek yöneticilerinden biri yaşanan olumlu gelişmelerle beraber önemli bir endişesini de paylaşmıştı; “İmam Hatiplerin sayısı artıyor ama korkarım ki Türkiye’de cami sayısının artması ama içinde cemaatinin az olması gibi bir tehlike ile karşı karşıyayız…”
Bu önemli tespitle örtüşecek şekilde Konya Milletvekili Prof. Dr.Cem Zorlu da önemli özeleştiriler yapmış; eğitim, aile, kültür gibi alanlarda performansımızın yetersizliğinden bahsetmişti.
Bu zaafiyetin telafisi için, gençlerimize mutlaka kazandırmamız gereken hasletin “diğergâmlık” olduğunu, bunun yaşanarak anlatılacağını, diğergamlığın diğer tüm eğitim/öğretim süreçlerinin esası olması gerektiğini vurgulamıştı.
İmam Hatiplerin ortaya çıkışı, ihtiyacın belirleyici olması yanında “tek partili yıllar”ı nisbeten yumuşatma niyeti de taşımıştır. Aslında baskılanmış bir ihtiyacın, günü geldiğinde kendine mecra bulmasının diğer adıdır İmam Hatip okullarının çıkışı.
Zaman zaman Devlet imkanlarıyla desteklense de çoğu zaman milletin kendi fedakarlıklarıyla binaları yapılmış, hatta özellikle darbe dönemlerinde ciddi haksızlıklara maruz kalmıştır.
Tüm olumsuzluklara rağmen milletin bu okullara sahip çıkmasındaki önemli bir etken de bu çizginin “mutedil” olmasıdır.
İslam dünyasının farklı coğrafyalarında farklı ekoller din eğitimi merkezi rolü üstlenmiş ama acıdır ki Mısır’daki Ezher dahil “ifrat ve tefrit” dengesinde başarılı olamamışlardır.
Tüm eksiklerine rağmen İmam Hatip okulları hâlihazırda İslam Dünyasındaki en önemli model olarak şanslı yerini muhafaza etmektedir. Özellikle son dönemde Ortadoğu ve Afrika’daki anlamsız çatışmalara bakınca ve bu çatışmaların çoğu zaman dini bilgi ile örtüştürülme çabasını gördükçe İmam Hatip modelinin daha makul bir model olduğuna inancım artıyor.
28 Şubat’tan bu yana 15 yıllık kaybı nicel olarak hızlı telafi edebilsek de niteliğini aynı hızda telafi etme şansı maalesef bulunmamaktadır. Bunun içindir ki ÖNDER 2015 yılını İmam Hatiplerde nitelik yılı olarak değerlendirmiş ve bunu tüm Anadolu’da şehir şehir yaygınlaştırmak için çaba sarf etmektedir.
Kocaeli, Konya, Antalya gibi illerde katıldığım koordinasyon toplantılarında; geçmişle kıyaslanmayacak derecede fiziki imkanlara sahip olmaya başlayan İmam Hatip Okullarında niteliğin arttırılmasının en önemli muharrik gücü olarak STK’lar görülmektedir.
Bunun yanında eğitimin önemli 3 sacayağı olan öğretmen, öğrenci ve velinin süreçlere gönüllü olarak katılımlarının sağlanması önemli bir gündem olarak ele alınmaktadır. Bunun için de kamu görevlilerinin amir-memur ilişkisi yerine STK’ların gönüllülük ilişkisi daha etkili olmaktadır.
Acı olan şu ki 20yy’dan farklı bir evreyi yaşıyoruz; Devlet okul yapıyor ama STK’lar derslikleri dolduramıyor. Devlet çalışmanın önündeki engelleri kaldırıyor ve hatta maddi destek veriyor, STK’lar Devlet’i bile takip etmekte zorlanıyor. Kaldı ki ideal olarak, STK’yı Devlet’in önündeki gönüllülük esaslı kuruluşlar olarak yorumluyoruz.
İslam Dünyasının mutedil eğitim/öğretim modeline ihtiyacı var. Kanaatimce İmam Hatip modeli en iyi model olma potansiyelini içinde barındırmaktadır. Tüm bu karmaşanın belki de en önemli çözümü, İmam Hatip modelinin uluslararası modele dönüştürülmesidir…

(Bu yazı 20.03.2015 tarihinde www.haber10.com sitesinde yayımlanmıştır)