Geçen haftaki yazımızda Cumhuriyet sonrasında cemaatlerin/STK’ların
misyonundan hareket etmiş ve günümüze geldiğimizde en önemli sorunlardan biri
olan iktidar ile ilişkiler boyutunu değerlendirmiştik.
Yazımızı bağlarken STK’ların son yıllardaki eğilimleri ve
problem alanları hakkında yazacağımızı belirtmiştik. Bu yazıda STK’larımızın gençlik
çalışmalarına olan ilgisine yoğunlaşacağız.
Dünyadaki cemaat ve hareketlerin en önemli insan kaynağını
gençlik oluşturur. Bu sebepledir ki kendi bünyelerinde gençlik örgütlenmelerine
ehemmiyet verirler. Cemaatlerin STK’ya dönüşmesinden bahsedebileceksek gençlik
çalışmalarını yapısal olarak nasıl konumlandırdıkları önemli bir sorun alanı
oluşturmaktadır.
60’lı ve 70’li yıllarda görece daha ideolojik bir gençlikten
söz edilebilirken 80’li yıllarda ülkemizde darbenin de etkisiyle gençlik çalışmaları
daha düşük yoğunlukta devam etti. Önemli bir husus da şuydu; 80’li yıllar
önceki yıllara göre İslamcı gençliğin daha etkili olmaya başladığı dönemlerdi.
Soğuk savaş sonrası dönem olarak da adlandırdığımız 90’lı
yıllar liberalizmin de etkisiyle gençlerin ideolojiden arındı(rıldı)ğı dönem
oldu. Bu dönemin sonlarına doğru İslamcıların da bir kısmı ideolojilerin
sakıncasından bahsetmeye başladılar.
2000’li yıllarda ise ideolojilerden tamamen
uzaklaş(tırıl)mış, liberal kapitalist dünya görüşünün cazibesine teslim olmuş bireyselliği
aşırı belirgin, ben merkezli bir gençlik yaygınlaştı.
Yaklaşık 2010 yılına kadar gençliğin yaşadığı bu serüven
İslami camianın STK’larını ciddi olarak rahatsız etmedi.
İslami camiada gençliğin hali pür melali, cemaatle ak parti
arasındaki üstü örtülü gerginlikte hissedilmeye başlandı ve Gezi Parkı
olaylarından sonra ise birçok cemaat/STK alelacele gençlik meselesini gündemine
aldı.
Tabi işin içine girince bambaşka bir gençlikle karşı karşıya
olduğumuz anlaşıldı. X, Y, Z kuşakları çarşaf çarşaf yeniden ele alındı.
Uzmanlar sahneye çıktı ve yığınla çözüm önerisi sundu.
Derken Gezi Parkı’na karşı “evde tutulamayan %50” apar topar
gençlik çalışmalarında boy gösterdi. Gençlik çok çok önemliydi. Gençlik
geleceğimizdi. Gençlik olmadan geleceğimizi koruyamayacağımız gibi, görüldüğü
üzere bugünümüzü de koruyamayacaktık.
Bir gece yarısında Gezi Parkı’nda gencecik ortaokul/lise
öğrencilerinin, imece usulü barikatlara tuğla taşıdıklarına şahit
olmuştum. Onbeşinde gençler büyük bir
aşkla militanlığın, devrimciliğin hazzını yaşarken İslamcı camianın gençleri
geniş bir boşlukta dolanıp duruyorlardı. Bir dönemin mücahitlerinin çocukları
eğlence mekanlarının “islami”liğini dahi önemsemeden dünyeviliğin hazzını
yaşıyorlardı.
Akabinde 17-25 Aralık hadiseleri patlak verince İslami
camianın kendi içinde de gençlik problemi olduğu ortaya çıktı. Evlatlarını
ahlaklı yetişsinler diye Cemaat okullarına verenler bir anda alternatif
arayışına girdiler. Bu gençlikle Cemaat ilgilenmeyecekse kim ilgilenecekti?
İşi gençlik olan ve geleneksel olarak on yıllardır düşe
kalka da olsa gençlik teşkilatları olan yapılar çalışmalarını sürdürseler de bu
dönem safların daha sıklaştırıldığı, tarafgirliklerin daha önemli olduğu bir
dönem olarak değerlendirildiğinden tam biat etmiş gençlik teşkilatlarına
ihtiyaç duyuldu.
Bu alanda birçok teşebbüs oldu. Teşebbüslerin çoğu
başarısızlıkla sonuçlandı. Geleneksel örgütlenmeler güçlerini istikrarlı ama
yavaş yavaş arttırırken anlık parlayıp piyasaya çıkan gençlik STK’ları
çoğunlukla akamete uğradılar.
Aslında paradoksal biçimde kendi içinde gençleşemeyen
STK’lar aynı kurumun isminin başına “genç” lakabını getirerek gençlik problemini
hallettiklerini düşündüler. STK’ların yaş ortalamasını düşürüp o STK’yı doğal
gençlik teşkilatına dönüştürmek mümkünken çözümü tutarsız bir şekilde uzakta
aradılar.
Son 2-3 yılda İmam Hatip okullarının önü açılınca İslami
camianın önüne koca bir dindar gençlik kitlesi çıkıverdi. Bu alan ihmal
edilemezdi. Dolayısıyla acilen bu okullarda gençlik çalışması yapılmalıydı.
Bir dönem bütün bir İslami yaşam biçimi nasıl başörtüsü
üzerinden değerlendiriliyorduysa artık İslami yaşam biçimi gençlik üzerinden
değerlendirilebilirdi. Nitekim düşünsel sorunlarımız da kalmamıştı. Tek bir
sorun alanı vardı şimdi; gençlik. Ve o gençliğe biz el atmalıydık, bu işi en
iyi biz yapardık. Biz el atmazsak gençler beceremezdi, ellerine yüzlerine
bulaştırırlardı. Nasılsa on yılların tecrübesi vardı bizde.
Kendi dönemlerinde onsekiz-yirmili yaşlarda gençlik
liderliği yapan abiler/ablalar bir türlü güvenebilecekleri genç bulamadıkları
için ellili yaşlarda bile gençliğin meselelerine hükmediyorlardı.
Tabi bu süreçte gençlerin önemli bir kısmı da Suriye ve
Irak’a cihada gidiyorlardı. Bir yandan kendini feda edenler diğer taraftan ne
yapacağını bilemeden o STK senin bu STK benim arafta dolaşanlar.
Böyle bir atmosferde Ruşen Çakır bir röportajında İslami
camianın çocuklarının geleceği ile ilgili öngörülerde bulunuyordu. Cemaat’e
mensup ailelerin çocuklarının şeffaf olmayan büyüklerinin utancını
kaldıramayacağını, Ak partiye mensup ailelerin çocuklarının ise yolsuzluk
yükünü kaldıramayacaklarını anlatıyor ve bunun sonunda gençlerin ya selefilik
gibi daha rahatlatıcı tercihlere kayacaklarını ya da bütünüyle cemaat ve
cemiyet işlerinden uzaklaşıp bambaşka hayatlar süreceklerini anlatıyordu.
Gençlik elden gidiyor, doğru ama galiba gençleri STK’lara
hapsetmek de mümkün değil. Gençlik STK’ları ya kurar ya da aşar. Bu fırsatı
vermediğimiz gencin STK ile ilişkisi burs ve barınak ilişkisi olur. Bu
yapılacaksa çok gerekli değil çünkü bunu en iyi yapanların gençliği de arızalı
çıktı ve 2-3 yıldır problem üstüne problem yaşanıyor.
Gençlik modasına kapılıp STK kuran ya da gençliğe el atmaya
çalışan STK’larımız öncelikle işin ontolojisini masaya yatırıp genç
kimdir/nedir? sorusundan işe başlamalılar.
“Gençlik için kurulan STK” ile “gencin kurduğu STK” meselesi
bu işin hülasasını oluşturur. Gencin kurduğu STK müstakildir, çoğu zaman
muhaliftir. Gençliği kontrol altına alma ve yönlendirme amaçlı kurulan STK’lar
özü itibariyle “gençlikten uzak” ve “gençliğe uzak” STK’lar haline gelirler.
(Bu yazı 26.12.2014 yılında Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)