Kimlikler genellikle kişilerin doğduğu coğrafyayla ve
yaşadıkları tarihle ilişkili olarak ifade edilir. Büyük insanların coğrafyaları
geniş, tarihleri de uzun olur. Zamanı ve
mekânı zorlarlar. Bir köyle, kasabayla ya da bir ülke ile sınırlı kalmazlar.
Bulundukları çağın ötesine geçerler.
Hatta kendi çağlarında tam anlaşılamadıkları için sözlerini sonraki
çağlara söylerler.
Bunun içindir ki büyük insanları herkes sahiplenir. Kimi mekânıyla
sahiplenir, kimi etnik kimliğiyle. Kimi doğduğu yere bakar, kimi de öldüğü
yere. Elbette hepsi kıymetlidir ama en kıymetlisi büyük insanları fikirleriyle
sahiplenmektir. Mevlana’nın Tacik ya da Türk olmasından öte çağlara ve çağımıza
ne söylediği daha anlamlıdır. Tacikistan’a, Türkiye’ye, İran’a ve şimdilerde
Batı’ya ne mesaj verdiği daha kıymetlidir.
2007’de Tacikistan’a ilk gittiğimde Tacik arkadaşlar sık sık
Mevlana’dan bahsederlerdi. Dil bilmemenin de etkisiyle acaba başka birinden mi bahsediliyor
diye düşünürdüm. Tacik arkadaşlardan biri Mevlana’nın Tacikistan’da doğduğunu
ve 9 yaşında Anadolu’ya hicret ettiğini söyleyince inanamamıştım. Çünkü bize
göre Mevlana Konyalıydı, olmadı Afganistanlıydı.
Duşanbe’deyken aynı yıl Mevlana’nın doğumunun 800. yılı kutlandı.
Konuyla ilgili uluslararası bir sempozyum da düzenlendi. Alimler, akademisyenler ve yazarlar davet
edildi. Bu sempozyumla beraber Mevlana’nın doğum yeri ile ilgili detaylara inme
fırsatımız oldu. Meğer çoğumuzun Konyalı bildiği, bir kısmımızın İranlı,
Afganistan’lı bildiği Mevlana meğer Tacikistan’da dünyaya gelmiş.
Özellikle son dönem Mevlana araştırmacıları, babasına da
atfen Mevlana’nın Vahş bölgesinde dünyaya geldiğini söylerler. Vahş bölgesi
başkent Duşanbe’den 100km kadar uzakta bir bölge. Mevlana’nın Kurgantepe diye
adlandırılan şehirde dünyaya geldiği söylenir. Kurgantepe şehri Afganistan’a
çok yakın ve Mevlana’nın doğduğu diğer yer olarak belirtilen Belh’e 200km
mesafede.
Tacikistan’da çok sayıda Afgan yaşar. Afganlar ticaretin,
hayatın içindedirler. Kültür olarak Taciklerden çok farklı değiller. Afganlar
Celaleddin-i Rumi yerine özellikle Celaleddin-i Belhî derler. Alışkanlık olsa
gerek ki Taciklerin de bir kısmı Mevlana’yı Celaleddin-i Belhî olarak adlandırırlar.
Tacikler Mevlana’yı kendilerinden kabul ederler, resmi
heyetler de dahil Türkiye’ye geldiklerinde Konya’yı ziyaret ederler. 2012
yılında Tacikistan devlet başkanı, Mevlana’nın vefat yıldönümü dolayısıyla Konya’daki
“şeb-i ârûz” programına katılır ve Kurgantepe ile Konya kardeş şehir ilan
edilir.Aynı şekilde Türkiye’den gidenler de başta Cumhurbaşkanı olmak üzere
hemen tüm yetkililer Mevlana’nın doğum yerine uğrarlar.
Sadece Tacikler değil; Özbekler ve Orta Asyalıların çoğu
ilginç bu geleneği hala uygularlar. Hacca gitmek büyük bir törenle gerçekleşir.
Hacılar önce Konya’ya gelerek Mevlana’yı ziyaret ederler, akabinde Kabe’ye geçerler.
Tacikler gibi Afganlılar ve İranlılar da Mevlana’yı sahiplenirler.
Afganlılar Belh’te doğduğunu savunurlar. Belh’te de aynı şekilde Mevlana’nın
doğum yerini simgeleyen kerpiçten yapı vardır.
Başta belirttiğimiz gibi büyük insanlar tüm insanlığa
malolurlar. Kendi dar kimliklerinden sıyrılırlar. Dilleriyle, yaşantılarıyla,
yapıp-ettikleriyle artık kendileri olmaktan çıkıp başkaları için yaşayan hale
gelirler. Mevlana gibi tasavvuf yolunu tutmuş kişilerde bu husus çok daha
belirgin görünür. Mevlana ne güzel özetlemiş; “Gönüllerin birliği, dillerin
birliğinden daha güzeldir”.
Yine Mevlana’nın der ki; “Birleştirmek için geldik, ayırmak
için değil”. Bu büyük insanlar birleştiricidirler. Şuculuk buculuk peşinde
koşmazlar. Falan şahısla, filan gurupla işleri olmaz. Zamanevi fikirler onları
pek ilgilendirmez. Asırlar sonrasına hitap ederler. Herbir insanın derdine deva
olacak muhtelif reçeteler barındırırlar.
Aslında etnik olarak Mevlana’nın kim olduğu zaten bu yazının
ana konusu olmadığından son kararı akademisyenlere bırakalım. Umarım
araştırmacılarımız da gidip yerinde araştırma yaparlar. Sadece Konya’dan bakarak
Mevlana tarifi yapmazlar.
Doğumu bile bu denli tartışmalı olan Mevlana dünyada çok
farklı şekillerde algılanmıştır. Denebilir ki çeşit çeşit Mevlana var dünyada. Bu
tip büyük şahsiyetleri bir düşünce kalıbına hapsetmek yanlıştır. Son dönemlerde moda olduğu üzere Mevlana
hümanizmle anılmaya çalışılıyor. Zamanını aşmış şahsiyetleri nereye oturtmak
isterseniz oraya oturtabilirsiniz. Bu kadar çok yönlü bir kişiliği hümanist de
yapabilir, batınilikle de suçlayabilirsiniz. Hatta isterseniz pornografik
izahatlar da yapabilirsiniz. Teşbihte hata olmasın; fili neresinden tuttuğunuza
bağlı olarak çok sayıda Mevlana çıkar ortaya.
Mevlana’ın Tacik mi, Türk mü, Afgan mı olduğunun esas
meselemiz olmadığını bilerek Mevlana’yı ortak değerimiz olarak görelim. O en
özet şekliyle bir velidir; Allah dostudur. Hikmet ve irfan sahibidir. edebi şahsiyeti
ile bir aşk insanıdır.
Mevlana der ki;
“Ölümümüzden
sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”
Ârif kişiler doğdukları yeri de öldükleri yeri de
önemsemezler. Hatta doğdukları ve öldükleri yerin bilinmesinden dahi
hoşlanmazlar. Çektikleri acıları bir ömür boyu gizleyecek Habbab bin Ered
erdemi gösterirler.
Memleketten ayrılması, ayrılık ve gurbet düşüncesidir belki
de Mevlana’yı bu kadar dertli kılan. Mesnevi’deki ayrılık vurgusu ilahi midir
coğrafi midir? Kamışın kökünden sökülüp neye dönüşmesi nasıl bir firaktır? Ta
Belh’ten ya da Kurgantepe’den binlerce km aşıp gelmek, hem de yaya; mutlaka
büyük çileler barındırır.
Tüm bu karmaşa içerisinde aslında Mevlana bize, çağımıza
yeniden bir şeyler söylüyor. Hem Tacikistan’dan, Hem Afganistan’dan hem de
Konya’dan sesleniyor bize. Ne söylediğini tam idrak etmenin yolu best-seller
Mevlana romanlarından değil, direkt Mesnevi’den geçer.
E tabi Osmanlıca tartışmalarının bu denli sıcak olduğu
bugünlerde Osmanlıca bilenlerin Mevlana’yı bihakkın anlamak için çok şanslı
olduklarını da kenara not edelim.
(Bu yazı 12.12.2014 yılında Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder