27 Şubat 2015 Cuma

Erbakan’ı Yeniden Anlamak

“Hoca kırk yılı aşkın mücadelesinde fiziksel ve fikirsel anlamda yalnızlığıyla imtihan olurken biz de tarihe yön veren bir mücadele adamına hakkını teslim edip etmemekle imtihan oluyoruz…”
Vefatından tam 10 gün önce Moskova’da rötar yapmış uçağı beklerken Erbakan Hoca aklıma gelmiş ve “Erbakan’ı Doğru Anlamak” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yukarıda bir cümlesini aldığım o yazı Milli Gazete’de de alıntılanmıştı…
Hoca imtihanını vermiş olarak 10 gün sonra aramızdan ayrıldı. Biz ise imtihanımızı vermeye devam ediyoruz. Hani hep derler ya büyük insanlar çok sonraları anlaşılır diye, kanaatimce en “Hocacı” kesilenlerimizin bile onu bihakkın anladığını söylemek güç. Galiba Hoca’yı, yitirdikten sonra daha iyi anlar ve özler olduk…
Her geçen gün daha iyi anlaşılan kıymetli bir maden gibi uzaklaştı aramızdan. Yaşadığımız birçok problemde dönüp baktığımızda öngörülerinde ne kadar isabet ettiğini farkettik. Belki bugünleri kastederek şunları demişti;
“Şu söyleyeceklerime dikkat buyurun; tarih içerisinde, yaşadığımız şu kısa anların kıymetini belki bugün anlayamayabiliriz. Ama gün gelecek ne kadar mühim bir vazife ifa ettiğinizi, gelecek nesiller sizi anlatarak ortaya koyacaklardır…”
AGD Başkanı Salih Turhan “Davam” isimli kitabı hediye edince Erbakan Hoca’yı kendi anlatımından yeniden yaşama imkanım oldu. Bir çırpıda kitabı okudum. Vefatının sene-i devriyesine birkaç gün kala bu defa “Erbakan’ı Yeniden Anlamak” fikrinin önemli olduğuna kanaat getirdim…
Bu yazıda biraz daha detaylıca Erbakan Hoca’nın fikirleri üzerinde yoğunlaşmanın Hoca’yı tanımamış olan ya da yeniden tanımak isteyenler için faydalı olacağını düşünüyorum…
Öncelikle Erbakan Hoca’yı doğru anlamak için düşünce temellerine dikkatli bakmak gerekir. Hoca İslam’ı, hayatın temeli ve her şeyi kabul etmiş, İslam’ın hayatın bütün alanlarında uygulanması gereken bütüncül bir inanç sistemi sunduğunu savunmuş, yapılan her faaliyetin (ekonomik, siyasi, kültürel vb.) sadece Allah rızası için yapılması gerektiğine inanmıştır…
Hz. Adem’den bu yana temelde iki tür sistemin var olduğunu, bu iki sistemin sürekli mücadele ettiğini, birinin “hakkı” diğerinin ise “batılı” üstün kılmaya çalıştığını, Milli Görüş’ün ise “hakkı” esas aldığını ve dayanağının “Hak geldi batıl zail oldu” ayeti olduğunu işlemiştir…
“Nefsini tanıyan Rabbini tanır”dan hareket ederek hemen her konferansında; doğru ile yanlışı (ilim), faydalı ile zararlıyı (ekonomi), adalet ile zulmü (siyaset ve hukuk) ve güzel ile çirkini (ahlak ve sanat) kavramamız gerektiğine vurgu yapmıştır…
Hoca önemli bir bilim adamıdır. Tüm konuşmalarına ve verdiği konferanslara bakıldığında fizikten kimyaya, astronomiden matematiğe kadar bir çok alanda müktesebatının zenginliğini görmek mümkündür. Hoca’nın bilime yaklaşımı da yine din merkezlidir; ilahi olanın gözardı edilerek eşyayı, kainatı, insanı anlamanın mümkün olamayacağını, Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla anlayanların bilimde daha sağlıklı ilerleyeceğini savunur. Modern bilimler olarak bildiğimiz birçok alanın asırlar öncesinde Müslüman bilginler tarafından temellerinin atıldığını detaylıca anlatır…
“Batıl”ı anlatırken uzun uzun “Darwin Teorisi”nden bahseder, materyalizmin Batı’yı ve son iki yüzyılda İslam dünyasını getirdiği durumu anlatır, bu yaklaşımları “Siyonizm”le ilişkilendirerek tarihi dayanaklarını, kuruluş felsefesini, yapıp ettiklerini detaylıca anlatarak sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için Siyonizm’in büyük tehlike olduğuna değinir. Siyonizm’i timsaha benzeterek “Timsahın üst çenesi Amerika ise alt çenesi AB’dir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir…” Müslümanlar için en büyük tehlikelerden bir “Batı taklitçiliği”dir, bundan ve buna bağlı diğer etkenlerden kurtulmalıdır…
Erbakan Hoca’nın en çok üzerinde durduğu ve bence siyasal düşüncesinin de temelini oluşturan ana fikir “cihat”tır. 90’lı yıllarda katıldığımız özel derslerinde de 2000 sonrasındaki konferanslarında da cihat düşüncesini tafsilatlı olarak açıklar. Hak-batıl mücadelesinde hakkın galip gelmesinin yolunun cihat olduğunu söyler ve cihadı; “kendimizi ıslah edip olgunlaştırmak ve başka insanlara yararlı olmak için her türlü gayret etmek” olarak tarif eder. Bütün ibadetlerin bir vakitle sınırlandığını ama cihadın tüm zamanlarda yapılması gerektiğini, diğer ibadetlerin miktarının belli olduğunu ama cihadın “takatın sonuna kadar” olması gerektiğin söyler. Böylece Erbakan Hoca, siyasi, sosyal, kültürel ve hatta ekonomik faaliyetleri bile cihad düşüncesinin yansımaları olarak görür ve “cihad etmeyen insanın dünya imtihanını kazanmış sayılamayacağı” ifadesini kullanır…
İTÜ mezunu olan Hoca konferanslarında bile matematiksel formülasyonlara gider, örneğin 9 “İ”yi çok önemser ve birini diğerine karıştırmaksızın detaylıca anlatır; inanç, ihlas, ittika, ittifak, iyi ahlak, ihsan, istişare, itaat, istikamet. “irfan”ı da bir alt başlık olarak ele alır ve “sadakat”ı da daha sonra ekler. Ona göre sadakat; “zoru görünce kaçmamak, cazip makam ve menfaatlere kanmamaktır…”
Yine teknik kabiliyeti ile “üç çivi”den bahseder ve bu üç temele her halükarda sahip olunması gerektiğini belirtir; İslamsız saadetin olamayacağını belirten “İslam çivisi”, şuursuz Müslüman olamayacağını belirten “şuur çivisi” ve cihatsız İslam’ın olamayacağını belirten “cihat çivisi”. Özellikle “cihat çivisi” Erbakan Hoca’nın teşkilatçılığının da zeminini oluşturur. Ona göre cihat “emri bil maruf ve nahyi anil munker” yapmaktır ve bunun yolu da “teşkilatlı ve organize bir şekilde çalışmak”tan geçer. “Teşkilat, vücuttaki sinir gibidir; 70gramlık sinir düzenli yapısıyla 70kg’lık vücudu ayakta tutabilmektedir.” Hoca’nın teşkilatçılığı da matematiksel yaptığını, istatistik ilmine çok önem verdiğini, her bir eve ve kişiye ulaşmak gerektiğini, bunun için ilmek ilmek dokurcasına neler yapıldığını ve yapılması gerektiğini 90’lı yıllara şahit olanlar bilirler. Hatta denebilir ki Milli Görüş hareketi Türkiye siyasi tarihine damga vurmuşsa ve hatta damga vurmanın ötesinde değiştirip dönüştürmüşse bunda Hoca’nın inancı, azmi kadar teşkilatçılıktaki detaycılığının da etkisi vardır. Üniversite’de okuduğumuz ve gençlik teşkilatında görev aldığımız dönemde belli periyotlarla bizleri sınıf temsilcilerine kadar sorgular, her gün kaç kişiye ulaşıldığına kadar istatistik tutmamızı isterdi…
Birçoğumuz, yapılması gereken işler vaktinde yapılmadığında Hoca’nın “İntaç! İntaç!” diye tatlı sert uyarısına şahit olmuşuzdur. Erbakan Hoca teşkilatçılığı şu sıralamayla formüle eder; inanç, bilgi, plan, program, kadro, takip ve intaç…
Erbakan Hoca, İslam dünyasının son 300 yılda hakimiyeti yitirdiğinden bahseder ve dönüm noktaları olarak I. ve II. Dünya savaşlarını görür, 1945’teki Yalta Limanı’nda biraraya gelen emperyalistlerin “yeni bir dünya” tasarladıklarına dikkat çeker, bunların arkaplanında “ırkçı Siyonizm”in çabaları olduğuna vurgu yapar, özellikle “soğuk savaş” döneminde ABD’nin dünyada “kominizm tehlikesi” propagandası ile sömürüsüne devam ettiğini, soğuk savaş bitince de “yeni tehlike olarak İslam”ı seçtiklerini ve bilinçli olarak düşmanlaştırıldığını anlatır…
Tüm bu oyunlara karşı Müslümanların bilinçli ve yekvücut olması gerektiğine ve “dünyanın anatomisi”ni bilmeleri gerektiğine vurgu yapar. Erbakan hoca için “Müslümanlar arasında sulh” çok önemlidir. Her ne sebeple olursa olsun Müslümanlar birbirlerinin kanını dökmemelidir çünkü bu durum “ırkçı Siyonizm”e hizmet etmiş olur. Irak işgali olmasın diye birkaç kez “barış diplomasisi” yaptığı, Saddam ile defalarca görüştüğü, tam işgal öncesinde 22 gün boyunca tarafları ikna turu ile uğraştığı bilinmektedir. Şahsen detayına şahit olduğum Şeyh Osman ile Talabani arasındaki savaşı ateşkes ile sonuçlandırma iradesi, Erbakan Hoca’nın Müslümanlar arasında vahdete ne denli önem verdiğinin somut örneğidir…
Mehmet Zahid Kotku Hazretlerinin Erbakan Hoca’nın şeyhi olduğu, mücadele azmini ondan aldığı bilinir. Görünen o ki manevi etkisi yanında Kotku Hazretleri, ekonomik ve siyasi uğraşlarda da Erbakan Hoca’yı teşvik etmiş, Gümüş Motor’un kurulması ve siyasete aktif girilmesi konularında tabir caizse kendisine “görev” vermiştir. Bu husus Erbakan Hoca’nın tasavvuf geleneğiyle olan ilişkisi açısından önemlidir…
Cumhuriyet’le beraber dindar insanlar bir taraftan dini yaşantılarıyla ilgili büyük zorluklar yaşarken diğer yandan hayatın birçok alanından dışlanmışlardır. “Tek parti dönemi”nin sona ermesiyle görece bazı rahatlamalar olmuşsa da 60 ihtilali ile yeniden sıkıntılar başlamıştır. Erbakan Hoca’nın Gümüş Motor projesi, ekonomik hayattan dışlanan dindarlar için bir nefes alma hamlesine dönüşürken aynı zamanda sıkça dile getirdiği “motajcı zihniyet”e de bir tür meydan okuma anlamı taşır. Çünkü Batı’ya ekonomik bağımlılığın aynı zamanda kültürel bağımlılık doğuracağına inanmaktadır…
Erbakan Hoca ekonomi üzerinde çok detaylı durur; kapitalist ekonomik sistemin azınlık bir gurubu güçlendirdiğini, kominist ekonomik sistemin ise devleti güçlendirdiğini uzunca anlattıktan sonra çözümün “Adil Düzen”de olduğunu söyler. Ona göre adil düzen çok yönlü bir yaklaşımın aynı zamanda ekonomik versiyonudur. Buna göre Adil Düzen’de; materyalizm değil maneviyatçılık, çatışma değil diyalog, çifte standart değil adalet, üstünlük değil eşitlik, sömürü değil işbirliği esas alınır. İşin özü “hakça paylaşım”dır…
Hoca’nın zirve projesi hangisiydi diye soracak olursak muhtemelen “D8” diyeceğiz. İktidarı döneminde “havuz sistemi” ile ekonomiyi toparlar toparlamaz İslam dünyasındaki sorunlara çözüm bulmak niyetiyle farklı bölgelerden en büyük nüfusa ve hinterlanda sahip 8 ülkeyi bir araya getirerek G8’e alternatif sayılabilecek altyapıda bir kurumlaşmaya gitmeye çalışmıştır. Bugün İslam dünyasındaki çatışmaları görünce D8’in akamete uğratılmasının ne büyük bir sıkıntı olduğunu daha net müşahede ediyoruz. Hoca’ya göre D8 projesi “İslam Birliği” hedefinin en önemli adımıydı ve buna kesin olarak inanmıştı;
“İnançla bir kez daha söylüyorum; İslam Birliği muhakkak kurulacak! Hiç başka yolu yok! Biz bunu bu gün söylüyor ve ilan ediyoruz. İçimizde bu gerçeğe ters düşenler, yarın İslam Birliği kurulduğunda mahcup olacaklardır…”
“Kıbrıs Barış Harekatı” Erbakan Hoca’nın sıkça gündeme getirdiği önemli bir hamledir. Doğrusu o dönemlerde çok dillendirilmesi bende de abartıldığı izlenimi oluştururdu. Ama tarih okumalarıyla beraber meseleye baktığımızda Osmanlı’nın toprak kaybetmeye başladığı Karlofça Antlaşması’ndan bu yana kazanılan en stratejik zafer olarak değerlendirilebilir. Bugünlerde Süleyman Şah türbesi tartışmalarını da göz önünde bulundurduğumuzda 1974 yılındaki harekat, harekatta Hoca’nın ısrarı, Peygamberimiz (sav)’in halası Ümmü Haram’ın medfun edildiği yere kadar kararlıca ulaşılması tarihe kaydedilmeyi ziyadesiyle hak ediyor. Hoca’ya göre Kıbrıs Harekatı “denizde, havada ve karada yapılmış kombine bir savaştır…”
“Bir iş başarmak için önce o işin delisi olmak lazım” diyen Erbakan Hoca benim de katıldığım özel eğitim toplantılarında inanç ve azim vurgusu yapar ve meşhur ifadesiyle “İman, tekeden bile süt çıkartır” derdi. Hoca’nın defterinde “vazgeçmek” yoktu; Odalar Birliği’nden kovulunca Milletvekili olur, patisi kapatılınca yeni parti kurar, yasaklı olsa farklı çözümlerle çalışmalarına devam ederdi…
28 Şubat’ta “neden masaya yumruk vurmadı?” gibi günübirlik ve tepkisel yaklaşımlara rağmen sabırla yoluna devam etti, “Bu yapılanın tarihte küçük bir noktadan fazla kıymeti yoktur…” diyerek yeni parti kurdurdu, mücadelesine kaldığı yerden devam etti. Zaman yine onu haklı çıkardı ve “masaya yumruk vurma”nın bedelinin toplumsal olarak ne kadar ağır olabileceği birçok İslam ülkesinde acı bir tablo olarak yaşandı. Ki Hoca, atlattığı tüm badirelere rağmen bugün Müslümanlar arasında daha çok ihtiyaç duyduğumuz şu yaklaşımı ortaya koyuyor;
 “Herşeye rağmen bizim kimseyle kan davamız yoktur. Bir çok Müslüman ülke işgal edilmiş, görülmemiş zulümler işlenmiş ve bütün dünya kontrol altına alınmaya çalışılmış. Buna rağmen bizim hiç kimseyle intikam hesabımız yoktur. Bizim sadece bütün insanlığa saadet getirme hesabımız vardır…” Bugünlerde özellikle Müslümanlar arasında bu yaklaşıma ne de çok ihtiyacımız var…
Hoca’ya göre Milli Görüş, dayanağı İslam olan ve insanlığın huzur bulacağı bir görüştür. Bu sebeptendir ki Milli Görüş’ü Hz Adem’den başlatır, Alparslan’dan, Fatih’ten, Selahattin’den Çanakkale’ye, oradan da günümüze getirir. Milli görüşün 5 temeli olduğunu belirtir; barış ve kardeşlik, hak ve özgürlükler, adalet, refah ve saygınlık. Ona göre Milli Görüş, “… mevcut herhangi bir düşünce veya hareketin reaksiyonu değildir. Doğrudan doğruya ilim ve fikir aksiyonu olarak ortaya çıkmıştır.”
Erbakan Hoca Kürt meselesi ile ilgili yaptığı hamleler sebebiyle önemli bedeller ödemiştir. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren “Kürt meselesi”ni açık ve net olarak ifade etmiş, bizim köyde haksız yere öldürülen iki genç dahil onlarca meseleyi TBMM’de soruşturma konusu yaptırmıştır. 28 Şubat sonrasında Refah Partisi’nin kapatılmasında en önemli gerekçelerden biri de meşhur Bingöl konuşmasıdır. Hoca farklı ortamlarda “Andımız”a karşı çıkmış, Türkler’in Kürtler’den daha üstün olmadığını, üstünlüğün “ancak takva ile” olabileceğini vurgulamıştır. Özellikle Kürtçe anadil tartışmaları ile ilgili söyledikleri bugün bile anlamlıdır;
“Irkçı, inkarcı ve materyalist politikalara sapıldığı için ülkemiz onlarca yıl bir felaketin içine sürüklendi. Dil meselesi bunun en bariz örneğidir. Efendim Türkçe mi konuşulacak, Kürtçe mi? İnsanların kendi anane ve örflerine göre yaşaması en tabii insan hakkıdır. Anadilini konuşur, ona göre çocuğuna öğretir. Bunları önlerseniz zalim olursunuz!”
Erbakan Hoca din eğitimine çok önem vermiş, dini dışlayan eğitim sisteminin “ırkçı emperyalizm”e hizmet edeceğini söylemiş, iktidarları döneminde Din Kültürü dersinin okullarda okutulması, İlahiyat fakültelerinin ve İmam Hatip okullarının yaygınlaştırılması, İmam Hatip mezunlarının üniversiteye girebilmesi için kanunlar çıkartmıştır. İmam Hatip okullarını o kadar önemsemiştir ki muhalifleri “arka bahçe” suçlamasına başvurmuşlar, 28 Şubat darbesini yaparken Hoca ile beraber İmam Hatip okullarını da bitirmeye çalışmışlardır...
Rivayete göre vefatına yakın Hoca’ya Arap Baharı sorulunca “Siyonizm kadro değiştiriyor…” demiş. Bu rivayetler o dönemde dolaşırken Arap Baharı ile heyecanlanan ben dahil çok kimse bu sözü anlamakta zorlanmıştık. Yazının başında da belirttiğimiz gibi Erbakan Hoca’nın kıymeti zamanla anlaşılıyor ve belki bizden sonraki nesil çok daha iyi anlayacak. Arap Baharı’nın estiği her yerin tar-u mar olması olayların göründüğü gibi olmadığını, özellikle bizi birbirimizle meşgul eden her işe kuşku ile bakmak gerektiğini gösteriyor. Hoca’nın sıkça tekrarladığı “Küfür tek millettir!” inancı, “dünya anatomisi”ni çok iyi kavramamız gerektiğini bir kez daha acı bir tablo olarak önümüze koyuyor…
Hasan el-Benna’nın nasihatlerine benzer şekilde Hoca’nın adeta düşüncesini özetleyen şu paragrafla bitirelim;
“Bizim davamız İslam’dır. Gayemiz Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hedefimiz hak nizamı hakim kılmaktır. Arzumuz tüm insanlığın saadetidir. Yolumuz cihattır. Yöntemimiz iknadır. İnsanlığın kurtuluşu ancak İslam ile mümkün olabilir. İslam ise Allah yapısıdır. Dolayısıyla mükemmeldir, eksiklik ve fazlalık kabul etmez. Bu dava için çalışmak herkese nasip olmaz…”
“Ben bu mücadeleyi ikbal, makam, şöhret veya seçimlerde bana oy versinler diye yapmadım.

Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım.”

(Bu yazı 27.02.2015 tarihinde Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)

20 Şubat 2015 Cuma

Şubat'ın Bereketi

''Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu? Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak sakalı kirli, titredi, yüzü eski bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri söken. Aaaah! Duvara sırtını iyice verdi. Neden sonra gözlerini açtı: ''O iyi insanlar,'' dedi, ''O güzel atlara bindiler çekip gittiler.''
(Yaşar Kemal)

Seksenli yıllardan bu yana Şubat ayı “şehitler ayı” olarak bilinir ve kutlanır. “Kutlanır” dedim çünkü şehitlik bir makam olarak değerlendirilir ve o makama çıkılır. O makam şeref madalyası gibi bir ödüldür, ödül töreni “kutlanır”…
O yıllarda önemli bazı gelişmeler olmuştu; İran’da devrim olmuş, Afganistan işgal edilmiş, Türkiye’de gençler arasındaki ideolojik farklılıklar çatışmaya dönüşmüştü. Sağ ve sol ideolojilerle kendini tanımlayamayan İslamcı gençlik bu dönemde ortaya çıkmış ve Akıncılar adıyla Erbakan Hoca’nın etrafında yer almışlardı…
MTTB’nin farklı bir uzantısı sayılabilecek Akıncılar’ın fikri temelleri henüz zenginleşmemişse de iki önemli yaklaşımları vardı; birincisi sağ-sol çatışmasında taraf olmamak ve çatışmaya girmemek, ikincisi ise dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanları kardeş bilip bu uğurda çaba sarfetmek…
O günün şartlarında Akıncılar zaman zaman “nefs-i müdafaa” dışında çatışmaya girmemiş, buna rağmen saldırılara uğramış ve önemli mensuplarını şehit vermişlerdir. 23 Şubat 1979’da Molla Sadrettin’in oğlu Metin Yüksel’in Fatih Camisi avlusunda şehit edilmesi Akıncılar’ı çok etkilemiş ve ta o döneme dayanan kırılmalara da zemin hazırlamıştır…
Metin Yüksel gibi çok sevilen ve cesareti ile bilinen bir Akıncı’nın şehadeti Türkiye’deki gençler arasında sembolik bir etki uyandırmış ve Şubat ayı Şehitler ayı olarak kutlanır olmuştur. Bu kutlamada şüphesiz İran ve Afganistan’da şehit olan çok sayıda ismin ve Dünyanın farklı coğrafyalarında şehit olan isimlerin de etkisi olmuştur. İran’daki devrim süreci çok kıymetli insanların şehadetine sebep olmuş ve hatta sonrasında da önemli alimlerin ve eylem adamlarının şehadeti devam etmiştir. Afgansitan ise bir tür şehadet mektebi olmuş, dünyanın bir çok yerinden giden Müslümanlar Afganistan’da şehadet şerbeti içmiştir…
Şubat ayında ayrıca İskilipli Atıf şapka kanunundan dolayı idam edilmiş, Malcolm X konferans verirken vurulmuş, Hasan El-Benna, Abba Musavi, Zelimhan Yandarbiyev gibi çok sayıda kıymetli insan şehit edilmiştir…
Akıncıların ve Metin Yüksel’in sıkça tekrarladıkları “Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara!” sözü şehitliğin mesajını en güzel şekilde anlatan sözlerdendir. Bir mesajdır şehadet, kendinden sonrakilere bir katkıdır. Onlar için bir engeli kaldırmak, bir yol açmaktır…
Şehitlik fedakarlıktır, fedakarlığın zirvesi olan canından vazgeçebilmektir. Nekrofili diye adlandırılan “ölü sevicilik”le zerre kadar ilgisi yok şehadetin. Şehitlik bir yaşam biçimidir, yaşamak ve yaşatmak için çaba sarfetmektir. Bu çaba içerisindeyken “sırası geldiğinde” Rabbine sığınıp korkmadan yoluna devam etmektir…
Şehitlik bir lütuftur, her isteyene verilmez, her isteyen ulaşmaz. Her ulaşan da şehit olmaz. Şehitlik matematiksel bir hesapla candan geçmek değildir, şehit yaşanır ve şehit ölünür. Başta da belirttiğimiz gibi şehitlik bir makamdır, o makama büyük zorluklar sonucunda ulaşılır…

Son olaylarda Mısır’da şehit olan bir tıp öğrencisinin cebinden günlük programı çıkmıştı. O çok yönlü programa ya da Esma’nın şehadetine bakanlar şehadetin kuru bir çaba ile olamayacağını görürler. Şehitlik ölüme körü körüne gitmek değil, ölüm çağırdığında nefsini değil ukbayı seçmektir. Şehit gibi yaşayarak dünyayı terketmektir…
Şehitler aynı zamanda bir milletin tarihidir, hafızasıdır. Tarihinde sahip çıkmak şehitlerine de sahip çıkmakla olur…
Türkiye’de Şubat ayında şehitlerle ilgili programlar yapılır, sembolik olarak 23 Şubat’ta Metin Yüksel’in şehit edildiği Fatih Camisi avlusuna gidilir ve hala kırmızıya boyalı zeminde dualar edilir, marşlar söylenir…

 “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler…”

(Bu yazı 20.02.2015 tarihinde Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)

15 Şubat 2015 Pazar

Mütevazi Caminin Coşkulu İnsanları

Önceki yazımızda Vadi'de yürüyüşün anlamı üzerinde durmuş ve mümkünse bu yürüyüşlerin seher vaktinde camilerden başlamasına değinmiştik…
Bahsettiğimiz camilerden biri de Ömer Nasuhi Bilmen isimli şirin mi şirin Cami. Binaların tekebbürüne rağmen tutunduğu tepecikte mütevaziliği ile varlığını gösteren ve bence bir çok şeye meydan okuyan Cami…
Camiler Allah’ın evi olmaları hasebiyle elbette güzeldir ama kıymetli insanlar ve kıymetli kişiler de camilere bir o kadar güzellik katarlar. Camilerde güzel faaliyetler icra ediliyorsa o mekanlar daha da şenlenir, hele bir de faaliyetlerin içinde çocuklar ve gençler varsa…
Bu caminin kıymetli hocalarından Ahmet Tan Hoca'dan bahsedeceğim. Bir süredir müezzinlik yapıyor. Güzel kıraatiyle farklı makamlarda okuduğu ezanlarla bizi camiye ve namaza çekiyor...
Hoca dediysek öyle kırklı ellili yaşlardan değil otuzun altındaki yaşlardan bahsediyoruz. Yaşın da etkisiyle olacak ki gençler Ahmet Hoca’nın etrafında dönüyor. Gençlerle iletişim kurabilmek, onlara dokunabilmek hele hele bu zamanda kolay iş olmasa gerek. Elbette yaş faktörü yanında bu işe gönül koymak da var. Seve seve işini yapmak var. İşini hizmet aşkıyla yapmanın getirdiği farklılık var…
Ahmet Hoca’yı  “Sosyal Gençlik” faaliyetlerinden tanıdım. Birkaç yıl önce yurtdışından Türkiye’ye dönünce çocuklarımın manevi gelişimi için araştırma yaptığımda dostlar, Başakşehir şartlarında bu çalışmayı önerdiler. İki yıl çok bereketli geçti, çocuklarımız severek, isteyerek çalışmalara katıldılar…
Bu zamanda çocukları tabletsiz, akıllı telefonsuz yani alet-edevatsız çalışmalara ikna etmek kolay mı? Sürdürülebilir faaliyetlerle irtibatlandırmak ne kadar mümkün? Hem sonra bu işleri sadece Allah rızası için ve sabırla yürüten kaç abi kaldı ki?
Daha önemlisi gurupçuluk psikolojisi ile değil, tarafgirlik oluşturmak için değil, onun-bunun adamı olmak için değil, yalnızca yüklendiği emanetin kaygısı ile gençlerin elinden tutmak, onların üstüne titremek bugünlerde çok daha zor…
Sosyal Gençlik çalışması sonrasında Ahmet Hoca ile yollarımız evimize yakın Cami’de kesişti. Tunahan Camisi daha büyük ve daha meşhur olmasına rağmen Ömer Nasuhi Bilmen Camisi bizi çekti kendine. Belki de büyük olana mesafeli oluşumuzdandı. Yürüyüşlerimizin bazen başlangıç noktası, bazen de bitiş noktası bu cami oldu. Nefsimizi yenebildiğimiz vakitlerde camide huzur bulmaya çalıştık…
Özellikle geçen Ramazan ayında mümkün olduğunca teravih namazlarını bu camide kılmaya çalıştık. Çünkü cami sadece küçücük iç mekanıyla değil, avlusu sayılabilecek dış mekanıyla da bütün olarak gelenleri kuşatıyor. Sıcağın bunaltıcılığında hem içimize hem dışımıza serinlik katıyor…
Bir ara sabah namazında dostlarla buluşup Riyazu’s-Salihin’den Hadis dersi yapmak için Ömer Nasuhi Bilmen Cami’sini seçmiştik. Bu derdimizi anlattığımızda sağ olsunlar hocalarımız kucak açmışlardı ama maalesef biz, zaaflarımızdan dolayı ancak birkaç ders devam ettirebilmiştik…
Geçen yıl Cami’nin Vadi’ye bakan bahçe köşesine küçük bir yapı inşa edildi. Bir tür sohbet mekanı. Kitaphane de diyebiliriz. Sıcak mı sıcak bir ortam. Çaylar çok ucuz çünkü kâr amacı güden bir yer değil. İşletmesini muhtelif üniversitelerde okuyan birkaç genç üstlenmiş, iyi çoğu iyi üniversitelerde okuyan pırıl pırıl gençler. Gözlerinde umut ışığı olan, derdi olan, bugüne ve geleceğe dair bir şeyler yapmaya çalışan harika gençler…
Gençlerle aynı dili konuşabilen hocalara ne de çok ihtiyacımız var!
Yapıp ettiklerini sadece meslek gibi görmeyip, hem mesleğinin hakkını veren hem de işine aşk katan hocalara ne de çok ihtiyacımız var!
Çocuklarımızı yüreğinden yakalayan, onları bütün doğallıklarıyla kabul eden, yeri geldiğinde camide haylazlıklarını tolere edebilen birikimli ve bir o kadar aşk sahibi hocalar geleceğimizi kuracak…
Geçenlerde çocuklarla yatsı namazına gittiğimizde Ahmet Hoca elimize birer form tutuşturdu ve haftanın üç akşamı kıraat ve talim dersleri başlattığını söyleyerek bizleri de davet etti. Ara tatile kadar birkaç ders yaptık. Yaş ayrımı olmadan herkesin diz çöküp yarım sayfa okuduğu harika bir ortam; yaşlı amca da var, orta yaş da, ortaokul öğrencisi de var…
Cami’nin imkanları ne kadarını kaldırır bilmem ama müsait olan tüm dostlara yürekten tavsiye ederim. Hafta boyu paslanan kalbimizi bir nebze arındırabiliriz. Hiçbir yaş farkı olmaksızın diz çöküp Kur’an meclisinde kendimize gelebiliriz. Dünyanın hengamesini bu mütevazi caminin dışında bırakıp çocuklarımızla aynı halkaya oturabiliriz…
Ahmet Hoca ne der bilmem ama tatil sonrasında altı yaşına girecek olan oğlumu da bu Kur’an meclisine götürmeyi düşünüyorum. Gerisini hocalarımız düşünsün. Hem zaten Ahmet Hoca olmaz derse yeni başlayan kıymetli imamız Abdurrahman Hoca’ya başvururum!!!
İlgilenen Başakşehirli dostlar için Ömer Nasuhi Bilmen Camisi’ndeki programların detayı:
Salı, Çarşamba ve Cuma günleri Yatsı Namazı sonrası; Kur'an-ı Kerim, talim, itikad, ilmihal, ibadet dersleri belli bir müfredata uygun şekilde icra ediliyor…
Pazar günleri Öğle Namazı sonrası 1 ayetin tefsiri yapılıyor…
Her Sabah Namazı sonrası Riyazü's-Salihin’den 1 hadis okunup açıklanıyor…
Her Yatsı Namazı sonrası 1 ayet ve meali, 1 hadis ve 1 ilmihal bilgisi işleniyor…


(Bu yazı 15.02.2015 tarihinde 212haber gazetesinde yayımlanmıştır)