“Hoca kırk yılı aşkın mücadelesinde fiziksel ve fikirsel
anlamda yalnızlığıyla imtihan olurken biz de tarihe yön veren bir mücadele
adamına hakkını teslim edip etmemekle imtihan oluyoruz…”
Vefatından tam 10 gün
önce Moskova’da rötar yapmış uçağı beklerken Erbakan Hoca aklıma gelmiş ve “Erbakan’ı Doğru Anlamak” başlıklı bir
yazı yazmıştım. Yukarıda bir cümlesini aldığım o yazı Milli Gazete’de de
alıntılanmıştı…
Hoca imtihanını vermiş olarak 10 gün sonra aramızdan
ayrıldı. Biz ise imtihanımızı vermeye
devam ediyoruz. Hani hep derler ya büyük
insanlar çok sonraları anlaşılır diye, kanaatimce en “Hocacı”
kesilenlerimizin bile onu bihakkın anladığını söylemek güç. Galiba Hoca’yı,
yitirdikten sonra daha iyi anlar ve özler olduk…
Her geçen gün daha iyi anlaşılan kıymetli bir maden gibi uzaklaştı aramızdan. Yaşadığımız birçok
problemde dönüp baktığımızda öngörülerinde ne kadar isabet ettiğini farkettik.
Belki bugünleri kastederek şunları demişti;
“Şu söyleyeceklerime dikkat buyurun; tarih içerisinde, yaşadığımız şu
kısa anların kıymetini belki bugün anlayamayabiliriz. Ama gün gelecek ne kadar
mühim bir vazife ifa ettiğinizi, gelecek nesiller sizi anlatarak ortaya
koyacaklardır…”
AGD Başkanı Salih Turhan
“Davam” isimli kitabı hediye edince Erbakan
Hoca’yı kendi anlatımından yeniden yaşama imkanım oldu. Bir çırpıda kitabı
okudum. Vefatının sene-i devriyesine
birkaç gün kala bu defa “Erbakan’ı
Yeniden Anlamak” fikrinin önemli olduğuna kanaat getirdim…
Bu yazıda biraz daha detaylıca Erbakan Hoca’nın fikirleri üzerinde yoğunlaşmanın
Hoca’yı tanımamış olan ya da yeniden tanımak isteyenler için faydalı olacağını
düşünüyorum…
Öncelikle Erbakan Hoca’yı doğru anlamak için düşünce temellerine dikkatli bakmak
gerekir. Hoca İslam’ı, hayatın temeli ve
her şeyi kabul etmiş, İslam’ın hayatın bütün alanlarında uygulanması
gereken bütüncül bir inanç sistemi
sunduğunu savunmuş, yapılan her faaliyetin (ekonomik, siyasi, kültürel vb.) sadece Allah rızası için yapılması
gerektiğine inanmıştır…
Hz. Adem’den bu
yana temelde iki tür sistemin var olduğunu, bu iki sistemin sürekli mücadele
ettiğini, birinin “hakkı” diğerinin
ise “batılı” üstün kılmaya
çalıştığını, Milli Görüş’ün ise “hakkı”
esas aldığını ve dayanağının “Hak
geldi batıl zail oldu” ayeti olduğunu işlemiştir…
“Nefsini tanıyan
Rabbini tanır”dan hareket ederek hemen her konferansında; doğru ile yanlışı (ilim), faydalı ile zararlıyı (ekonomi), adalet ile zulmü (siyaset ve hukuk) ve güzel ile çirkini (ahlak ve sanat)
kavramamız gerektiğine vurgu yapmıştır…
Hoca önemli bir bilim
adamıdır. Tüm konuşmalarına ve verdiği konferanslara bakıldığında fizikten kimyaya, astronomiden matematiğe
kadar bir çok alanda müktesebatının zenginliğini görmek mümkündür. Hoca’nın bilime yaklaşımı da yine din merkezlidir;
ilahi olanın gözardı edilerek eşyayı, kainatı, insanı anlamanın mümkün
olamayacağını, Kur’an-ı Kerim’i
hakkıyla anlayanların bilimde daha sağlıklı ilerleyeceğini savunur. Modern
bilimler olarak bildiğimiz birçok alanın asırlar öncesinde Müslüman bilginler tarafından temellerinin atıldığını detaylıca
anlatır…
“Batıl”ı anlatırken uzun uzun “Darwin Teorisi”nden bahseder, materyalizmin
Batı’yı ve son iki yüzyılda İslam dünyasını getirdiği durumu anlatır, bu
yaklaşımları “Siyonizm”le
ilişkilendirerek tarihi dayanaklarını, kuruluş felsefesini, yapıp ettiklerini
detaylıca anlatarak sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için Siyonizm’in büyük tehlike olduğuna değinir.
Siyonizm’i timsaha benzeterek “Timsahın
üst çenesi Amerika ise alt çenesi AB’dir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise
işbirlikçilerdir…” Müslümanlar için en büyük tehlikelerden bir “Batı taklitçiliği”dir, bundan ve buna
bağlı diğer etkenlerden kurtulmalıdır…
Erbakan Hoca’nın en çok üzerinde durduğu ve bence siyasal düşüncesinin de temelini oluşturan
ana fikir “cihat”tır. 90’lı yıllarda katıldığımız özel derslerinde de 2000
sonrasındaki konferanslarında da cihat düşüncesini tafsilatlı olarak açıklar.
Hak-batıl mücadelesinde hakkın galip gelmesinin yolunun cihat olduğunu söyler
ve cihadı; “kendimizi ıslah edip
olgunlaştırmak ve başka insanlara yararlı olmak için her türlü gayret etmek”
olarak tarif eder. Bütün ibadetlerin bir vakitle sınırlandığını ama cihadın tüm
zamanlarda yapılması gerektiğini, diğer ibadetlerin miktarının belli olduğunu
ama cihadın “takatın sonuna kadar”
olması gerektiğin söyler. Böylece Erbakan Hoca, siyasi, sosyal, kültürel ve
hatta ekonomik faaliyetleri bile cihad düşüncesinin yansımaları olarak görür ve
“cihad etmeyen insanın dünya imtihanını
kazanmış sayılamayacağı” ifadesini kullanır…
İTÜ mezunu olan Hoca konferanslarında bile matematiksel formülasyonlara gider,
örneğin 9 “İ”yi çok önemser ve
birini diğerine karıştırmaksızın detaylıca anlatır; inanç, ihlas, ittika, ittifak, iyi ahlak, ihsan, istişare, itaat,
istikamet. “irfan”ı da bir alt
başlık olarak ele alır ve “sadakat”ı
da daha sonra ekler. Ona göre sadakat; “zoru görünce kaçmamak, cazip makam ve
menfaatlere kanmamaktır…”
Yine teknik kabiliyeti ile “üç çivi”den bahseder ve bu üç temele her halükarda sahip olunması
gerektiğini belirtir; İslamsız saadetin olamayacağını belirten “İslam çivisi”, şuursuz Müslüman
olamayacağını belirten “şuur çivisi”
ve cihatsız İslam’ın olamayacağını belirten “cihat çivisi”. Özellikle “cihat çivisi” Erbakan Hoca’nın teşkilatçılığının da zeminini oluşturur. Ona göre
cihat “emri bil maruf ve nahyi anil
munker” yapmaktır ve bunun yolu da “teşkilatlı ve organize bir şekilde
çalışmak”tan geçer. “Teşkilat, vücuttaki sinir gibidir; 70gramlık sinir düzenli
yapısıyla 70kg’lık vücudu ayakta tutabilmektedir.” Hoca’nın teşkilatçılığı da
matematiksel yaptığını, istatistik
ilmine çok önem verdiğini, her bir eve ve kişiye ulaşmak gerektiğini, bunun
için ilmek ilmek dokurcasına neler yapıldığını ve yapılması gerektiğini 90’lı yıllara
şahit olanlar bilirler. Hatta denebilir ki Milli
Görüş hareketi Türkiye siyasi tarihine damga vurmuşsa ve hatta damga
vurmanın ötesinde değiştirip
dönüştürmüşse bunda Hoca’nın inancı, azmi kadar teşkilatçılıktaki
detaycılığının da etkisi vardır. Üniversite’de okuduğumuz ve gençlik
teşkilatında görev aldığımız dönemde belli periyotlarla bizleri sınıf
temsilcilerine kadar sorgular, her gün
kaç kişiye ulaşıldığına kadar istatistik tutmamızı isterdi…
Birçoğumuz, yapılması gereken işler vaktinde yapılmadığında
Hoca’nın “İntaç! İntaç!” diye tatlı
sert uyarısına şahit olmuşuzdur. Erbakan Hoca teşkilatçılığı şu sıralamayla
formüle eder; inanç, bilgi, plan,
program, kadro, takip ve intaç…
Erbakan Hoca, İslam dünyasının son 300 yılda hakimiyeti
yitirdiğinden bahseder ve dönüm noktaları olarak I. ve II. Dünya savaşlarını görür, 1945’teki Yalta Limanı’nda biraraya gelen emperyalistlerin “yeni bir dünya” tasarladıklarına
dikkat çeker, bunların arkaplanında “ırkçı
Siyonizm”in çabaları olduğuna vurgu yapar, özellikle “soğuk savaş” döneminde ABD’nin dünyada “kominizm tehlikesi” propagandası ile sömürüsüne devam ettiğini,
soğuk savaş bitince de “yeni tehlike
olarak İslam”ı seçtiklerini ve bilinçli olarak düşmanlaştırıldığını
anlatır…
Tüm bu oyunlara karşı Müslümanların bilinçli ve yekvücut
olması gerektiğine ve “dünyanın
anatomisi”ni bilmeleri gerektiğine vurgu yapar. Erbakan hoca için “Müslümanlar arasında sulh” çok
önemlidir. Her ne sebeple olursa olsun Müslümanlar
birbirlerinin kanını dökmemelidir çünkü bu durum “ırkçı Siyonizm”e hizmet etmiş olur. Irak işgali olmasın diye birkaç kez “barış diplomasisi” yaptığı, Saddam
ile defalarca görüştüğü, tam işgal öncesinde 22 gün boyunca tarafları
ikna turu ile uğraştığı bilinmektedir. Şahsen detayına şahit olduğum Şeyh Osman ile Talabani arasındaki savaşı
ateşkes ile sonuçlandırma iradesi, Erbakan Hoca’nın Müslümanlar arasında vahdete ne denli önem verdiğinin somut örneğidir…
Mehmet Zahid Kotku
Hazretlerinin Erbakan Hoca’nın şeyhi
olduğu, mücadele azmini ondan aldığı bilinir. Görünen o ki manevi etkisi
yanında Kotku Hazretleri, ekonomik ve siyasi uğraşlarda da Erbakan Hoca’yı
teşvik etmiş, Gümüş Motor’un
kurulması ve siyasete aktif girilmesi
konularında tabir caizse kendisine “görev” vermiştir. Bu husus Erbakan Hoca’nın tasavvuf geleneğiyle olan
ilişkisi açısından önemlidir…
Cumhuriyet’le
beraber dindar insanlar bir taraftan dini yaşantılarıyla ilgili büyük zorluklar
yaşarken diğer yandan hayatın birçok alanından dışlanmışlardır. “Tek parti dönemi”nin sona ermesiyle
görece bazı rahatlamalar olmuşsa da 60
ihtilali ile yeniden sıkıntılar başlamıştır. Erbakan Hoca’nın Gümüş Motor projesi, ekonomik hayattan
dışlanan dindarlar için bir nefes alma hamlesine dönüşürken aynı zamanda sıkça
dile getirdiği “motajcı zihniyet”e
de bir tür meydan okuma anlamı taşır. Çünkü Batı’ya ekonomik bağımlılığın aynı zamanda kültürel bağımlılık doğuracağına
inanmaktadır…
Erbakan Hoca ekonomi üzerinde çok detaylı durur; kapitalist ekonomik sistemin azınlık
bir gurubu güçlendirdiğini, kominist
ekonomik sistemin ise devleti güçlendirdiğini uzunca anlattıktan sonra
çözümün “Adil Düzen”de olduğunu
söyler. Ona göre adil düzen çok yönlü bir yaklaşımın aynı zamanda ekonomik versiyonudur.
Buna göre Adil Düzen’de; materyalizm
değil maneviyatçılık, çatışma değil diyalog, çifte standart değil adalet,
üstünlük değil eşitlik, sömürü değil işbirliği esas alınır. İşin özü “hakça paylaşım”dır…
Hoca’nın zirve
projesi hangisiydi diye soracak olursak muhtemelen “D8” diyeceğiz. İktidarı döneminde “havuz sistemi” ile ekonomiyi toparlar toparlamaz İslam
dünyasındaki sorunlara çözüm bulmak niyetiyle farklı bölgelerden en büyük
nüfusa ve hinterlanda sahip 8 ülkeyi bir araya getirerek G8’e alternatif sayılabilecek altyapıda bir kurumlaşmaya gitmeye
çalışmıştır. Bugün İslam dünyasındaki çatışmaları görünce D8’in akamete uğratılmasının ne büyük bir sıkıntı olduğunu daha net
müşahede ediyoruz. Hoca’ya göre D8
projesi “İslam Birliği” hedefinin en önemli adımıydı ve buna kesin olarak
inanmıştı;
“İnançla bir kez daha söylüyorum; İslam Birliği muhakkak kurulacak! Hiç
başka yolu yok! Biz bunu bu gün söylüyor ve ilan ediyoruz. İçimizde bu gerçeğe
ters düşenler, yarın İslam Birliği kurulduğunda mahcup olacaklardır…”
“Kıbrıs Barış
Harekatı” Erbakan Hoca’nın sıkça gündeme getirdiği önemli bir hamledir.
Doğrusu o dönemlerde çok dillendirilmesi bende de abartıldığı izlenimi
oluştururdu. Ama tarih okumalarıyla beraber meseleye baktığımızda Osmanlı’nın toprak kaybetmeye başladığı
Karlofça Antlaşması’ndan bu yana kazanılan en stratejik zafer olarak
değerlendirilebilir. Bugünlerde Süleyman
Şah türbesi tartışmalarını da göz önünde bulundurduğumuzda 1974 yılındaki
harekat, harekatta Hoca’nın ısrarı, Peygamberimiz
(sav)’in halası Ümmü Haram’ın medfun edildiği yere kadar kararlıca
ulaşılması tarihe kaydedilmeyi ziyadesiyle hak ediyor. Hoca’ya göre Kıbrıs
Harekatı “denizde, havada ve karada
yapılmış kombine bir savaştır…”
“Bir iş başarmak için
önce o işin delisi olmak lazım” diyen Erbakan Hoca benim de katıldığım özel
eğitim toplantılarında inanç ve azim vurgusu yapar ve meşhur ifadesiyle “İman, tekeden bile süt çıkartır”
derdi. Hoca’nın defterinde “vazgeçmek”
yoktu; Odalar Birliği’nden kovulunca
Milletvekili olur, patisi kapatılınca yeni parti kurar, yasaklı olsa farklı
çözümlerle çalışmalarına devam ederdi…
28 Şubat’ta “neden
masaya yumruk vurmadı?” gibi günübirlik
ve tepkisel yaklaşımlara rağmen sabırla yoluna devam etti, “Bu yapılanın tarihte küçük bir noktadan fazla
kıymeti yoktur…” diyerek yeni parti kurdurdu, mücadelesine kaldığı yerden
devam etti. Zaman yine onu haklı çıkardı ve “masaya yumruk vurma”nın bedelinin toplumsal olarak ne kadar ağır
olabileceği birçok İslam ülkesinde acı bir tablo olarak yaşandı. Ki Hoca,
atlattığı tüm badirelere rağmen bugün Müslümanlar arasında daha çok ihtiyaç
duyduğumuz şu yaklaşımı ortaya koyuyor;
“Herşeye rağmen bizim kimseyle
kan davamız yoktur. Bir çok Müslüman ülke işgal edilmiş, görülmemiş zulümler
işlenmiş ve bütün dünya kontrol altına alınmaya çalışılmış. Buna rağmen bizim
hiç kimseyle intikam hesabımız yoktur. Bizim sadece bütün insanlığa saadet
getirme hesabımız vardır…” Bugünlerde özellikle Müslümanlar arasında bu
yaklaşıma ne de çok ihtiyacımız var…
Hoca’ya göre Milli Görüş, dayanağı İslam olan ve insanlığın
huzur bulacağı bir görüştür. Bu sebeptendir ki Milli Görüş’ü Hz Adem’den başlatır, Alparslan’dan, Fatih’ten,
Selahattin’den Çanakkale’ye, oradan da günümüze getirir. Milli görüşün 5 temeli olduğunu belirtir; barış ve kardeşlik, hak ve özgürlükler, adalet, refah ve saygınlık.
Ona göre Milli Görüş, “… mevcut herhangi bir düşünce veya
hareketin reaksiyonu değildir. Doğrudan doğruya ilim ve fikir aksiyonu olarak
ortaya çıkmıştır.”
Erbakan Hoca Kürt
meselesi ile ilgili yaptığı hamleler sebebiyle önemli bedeller ödemiştir.
Özellikle 90’lı yıllardan itibaren “Kürt meselesi”ni açık ve net olarak ifade
etmiş, bizim köyde haksız yere öldürülen
iki genç dahil onlarca meseleyi TBMM’de soruşturma konusu yaptırmıştır. 28 Şubat sonrasında Refah Partisi’nin
kapatılmasında en önemli gerekçelerden biri de meşhur Bingöl konuşmasıdır. Hoca farklı ortamlarda “Andımız”a karşı çıkmış, Türkler’in Kürtler’den daha üstün
olmadığını, üstünlüğün “ancak takva ile” olabileceğini vurgulamıştır. Özellikle
Kürtçe anadil tartışmaları ile
ilgili söyledikleri bugün bile anlamlıdır;
“Irkçı, inkarcı ve materyalist politikalara sapıldığı için ülkemiz
onlarca yıl bir felaketin içine sürüklendi. Dil meselesi bunun en bariz
örneğidir. Efendim Türkçe mi konuşulacak, Kürtçe mi? İnsanların kendi anane ve
örflerine göre yaşaması en tabii insan hakkıdır. Anadilini konuşur, ona göre
çocuğuna öğretir. Bunları önlerseniz zalim olursunuz!”
Erbakan Hoca din
eğitimine çok önem vermiş, dini dışlayan eğitim sisteminin “ırkçı emperyalizm”e hizmet edeceğini söylemiş,
iktidarları döneminde Din Kültürü
dersinin okullarda okutulması, İlahiyat fakültelerinin
ve İmam Hatip okullarının
yaygınlaştırılması, İmam Hatip
mezunlarının üniversiteye girebilmesi için kanunlar çıkartmıştır. İmam Hatip
okullarını o kadar önemsemiştir ki muhalifleri “arka bahçe” suçlamasına başvurmuşlar, 28 Şubat darbesini yaparken Hoca
ile beraber İmam Hatip okullarını da bitirmeye çalışmışlardır...
Rivayete göre vefatına yakın Hoca’ya Arap Baharı sorulunca “Siyonizm
kadro değiştiriyor…” demiş. Bu rivayetler o dönemde dolaşırken Arap Baharı
ile heyecanlanan ben dahil çok kimse bu sözü anlamakta zorlanmıştık. Yazının
başında da belirttiğimiz gibi Erbakan Hoca’nın kıymeti zamanla anlaşılıyor ve
belki bizden sonraki nesil çok daha iyi anlayacak. Arap Baharı’nın estiği her yerin tar-u mar olması olayların
göründüğü gibi olmadığını, özellikle bizi
birbirimizle meşgul eden her işe kuşku ile bakmak gerektiğini gösteriyor.
Hoca’nın sıkça tekrarladığı “Küfür tek
millettir!” inancı, “dünya
anatomisi”ni çok iyi kavramamız gerektiğini bir kez daha acı bir tablo
olarak önümüze koyuyor…
Hasan el-Benna’nın
nasihatlerine benzer şekilde Hoca’nın
adeta düşüncesini özetleyen şu paragrafla bitirelim;
“Bizim davamız İslam’dır. Gayemiz Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Hedefimiz hak nizamı hakim kılmaktır. Arzumuz tüm insanlığın saadetidir.
Yolumuz cihattır. Yöntemimiz iknadır. İnsanlığın kurtuluşu ancak İslam ile
mümkün olabilir. İslam ise Allah yapısıdır. Dolayısıyla mükemmeldir, eksiklik
ve fazlalık kabul etmez. Bu dava için çalışmak herkese nasip olmaz…”
“Ben bu mücadeleyi ikbal, makam, şöhret veya seçimlerde bana oy
versinler diye yapmadım.
Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım.”
(Bu yazı 27.02.2015 tarihinde Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder