Dostlarla hasbihal gönlümüzü açmakla kalmıyor zihnimizi de
zorluyor. Geçenlerde dostlarla hasbihal ederken kıymetli bir ağabeyimiz sivil
toplum ve siyaset üzerine konu derinleşince şöyle bir değerlendirme yaptı;
“Ahlak içe dönüktür, çoğunlukla ötekini alakadar etmez. Adalet
ise dışa dönüktür, öteki ile ilgilidir…”
Ahlakın terminolojik detayına bakılırsa en basitinden
yaradılışla, karakterle ilgili kelimeler çıkar karşımıza. Bu yönüyle ahlak daha
çok kişinin kendisi ile ilgilidir. Kendi yapıp ettiklerinin ötekilerine olumlu
ya da olumsuz, direkt ya da dolaylı etkisi yine kişinin kendi özüne uzanır…
Adalet ise bireysel bir husus olmaktan çok toplumsaldır,
ötekine uzanır ve terminolojide her şeyi yerli yerine koymak anlamına gelir. Ötekini
kuşattıkça adalet daha çok kendi olur. Ötekini dışladıkça yani ahlaktaki gibi
içe dönük olmaya yöneldikçe hem kendinden uzaklaşmaya başlar hem de kendini daha
çok tüketir…
Bir topluluk içinde ayrışma baş göstermeye dursun, önünü almak
çok zorlaşır; en umulmadık bahanelerle insanlar birbirlerini suçlar ve
ötekileştirirler. Devletten imparatorluğa, aileden cemaate kadar her topluluk
kendi içinde savaşmaya başlar…
Savaşın öncülü ötekileştirmedir. Ailede bir ferdi
ötekileştirdiğiniz zaman huzursuzluğa zemin oluşturmuş olursunuz, bir ülkede
toplumun bir kesimini ötekileştirdiğiniz zaman ise iç çatışmanın kıvılcımını ateşlersiniz…
Ötekileştirmenin öncülü ise adaletsizliktir. Adaletsizlik çok
farklı gerekçelerle de olsa kendi lehine uygulama yapmaktır. Kendine dönük
ayrımcı davranmaktır…
Ayrımcılığın zihnimizde “makul” bir karşılığı yoksa bile
zamanla oluşturmak mümkündür. Geçenlerde bir milletvekilinin “akrabalara
ihsanda bulunmak” ayeti üzerinden akrabaları kamusal atamalarda öncelemeyi meşrulaştırması
buna önemli bir örnektir. Ötekine ilişkin uygulamamız gereken adalet terazisini
kendimizi odağa alarak uygularız da haberimiz bile olmaz…
Said Halim Paşa ahlak ile siyasetin, dolayısıyla ahlak ile
adaletin ilişkisini anlatırken Batı’da oluşan siyasi kurumların ve sonucu
olarak adalet/adaletsizlik tecellisinin yine Batı’nın ahlak düşüncesiyle ilgili
olduğunu söyler…
Ahlak içe dönüktür ama aynı zamanda adaletin de menşeidir. Denebilir
ki ahlaklı olmak adaletin ön şartı olsa da yeterli şartı değildir. Pekala kendi
içinde ahlaklı olup da ötekine karşı adaletsiz davranmak mümkündür. Aynı
şekilde kendisinin olana adil davranıp da öteki olana adil davranmamak da
mümkündür…
TBMM’nde bir milletvekili anlatmıştı; Anadolu’daki bir
ilimizde farklı mezhebe mensup bir genç, araştırma görevlisi olmak için üç defa
sınava giriyor, üçünde de birinci sıradan kazanmasına rağmen tercih edilmiyor.
Bu adaletsizliği telafi eden vekil ise kendi parti mensuplarınca farklı
ithamlara maruz kalabiliyor..
“Öteki” mezhebe, partiye,
ideolojiye, cemaate, derneğe mensup kişilere yönelik muamelemiz adalet
terazisindeki pozisyonumuzu ortaya koyar. “Kendi” mezhebimize, partimize,
ideolojimize, cemaatimize, derneğimize adil davranmamız elbette kötü değil ama
yeterli de değil…
Kendini merkeze alan ve ötekisini dışlayan grupçuluk
psikolojisinin varacağı yer bir tür çeteciliktir. Bu psikoloji kendi dışında kimseye
hayat hakkı tanımaz. Henüz uzakta olduğu için “eli kanlı” diye rahat
suçladığımız örgütlerin reflekslerini pekala biz de gösterebiliriz. O örgütleri
ayrımcılıkta görünür kılan, enstrümanlarının silah olmasıdır. Aynı grupçuluk
psikolojisi ile hareket ettiğimiz takdirde, enstrüman olarak elimize silah
geçtiğinde aynı “eli kanlı” cürümleri bizim de işlememiz mümkün…
Dışarıya karşı ahlak abidesi gibi görünmek daha kolaydır. Birkaç sözle, bir
iki davranışla imaj oluşturmak mümkündür. Ama içe dönük ahlaki tutarlılığı
tesis etmek kolay değildir. Alımlı dış dünya ile çatışmalı iç dünyanın
dengesini korumak zordur…
Kendi içimize ve yakın çevremize adil davranmak yalnız başına
çok şey ifade etmez!
Dışarıya ve ötekine karşı da acaba aynı ölçüde adil miyiz?
Başkasına karşı adil değilsek içimize dönük ahlakilikten ne
kadar bahsedebiliriz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder