14 Mayıs 2015 Perşembe

Bir Günde Avrupa Turu

Seyahat etmek için, uzunca listelenen şartların oluşmasına gerek olmadığına inananlardanım. Bu yönüyle "zuhurata tabi olanlar" meşrebindenim. Anlık kararla, seyahate çıkmış, ikibin km'yi karayoluyla katetmiş biri olarak, Münih'ten bu satırları yazıyorum...
Aniden seyahate karar vermenin uzunca planlardan daha doğal olduğu kanaatindeyim. Tam teşekküllü, günlerce hazırlığı yapılan seyahatlerin de şüphesiz ayrı tadı var ama ben içinde sürprizler barındıran seyahatleri daha çok seviyorum. Akıbetimizin nasıl olacağının belirsizliği gibi kendimi seyahatin kucağına bırakmak istiyorum... 
Kıymetli Ümit Aktaş Ağabey, yazdığım bazı mısraları eleştirmesi için kendisiyle paylaştığımda, "yolda olmak mı aşkta olmaktır" mısramı beğendiğini ve kullanmak istediğini söylemişti. "Yola revan olma"nın kendi başına anlamlı olduğuna ve "meçhule yolculuk" gibi aynı anda çok farklı dünyaları yaşattığına hep inandım. Yolun bizzat kendisinin de kıymetli olduğunu ise bizzat yaşıyorum...
Kıymetli dost Asım Gültekin üniversite yıllarında trenle Avrupa turuna davet etmişti. Bilmiyorum, belki de esin kaynağı Cahit Zarifoğlu'nun otostopla tüm Avrupa'yı gezmesiydi. O günün şartlarında şartlarımızı biraz zorlasak belki biz de o tura katılabilecektik. Geriye; yapanların yapmış olduğu, yapmayanların ise "yapamadığı" ve tabii ki pişman olduğu bir anı kalmış oldu...
Bu defa karşıma çıkan Avrupa turunu kaçırmak istemedim. Her zamankinden yoğun bir atmosferde, kararımı belki de mistik olarak tetikleyen, Ahi Çelebi Cami'sinde birkaç gün önce kıldığım namaz oldu. Malumunuz rivayete göre o mekanda Evliya Çelebi rüyasında Peygamberimiz (sav)'i görür ve "Şefaat Ya Resulullah!" diyeceği yerde heyecandan "Seyahat Ya Resulullah!" der...
Belki de Evliya Çelebi'nin motivasyonu ile Pazartesi sabah namazından sonra akrabam Veysel ile yola çıktık. "Alman arabası"nın da gücüyle kısa bir sürede Kapıkule'ye vardık. Türkiye'den çıkar çıkmaz Bulgaristan'ın sıkıntıları ve polislerin küçük hesapları eşliğinde Sofya'da kahvemizi içip nefes aldık...
Sonraki durak Sırbistan. Kalontina'dan sınırı geçerek Belgrad'a uzandık. Bosna'daki yıkımın hala izleri ortadayken Belgrad'ın rahatlığı burukluk oluşturdu bende. Sonraki adım Hırvatistan'ın başkenti Zagreb'e geldiğimizde ise Bosna'nın nefes almasına vesile olmaları ve akabinde Boşnakları katletmeleri arasındaki ikilemi hatırladım. Ortodoksluk-Katolikliklik uyuşmazlığına rağmen "El-kufru milletun wahideh!" mesajı bütün netliğiyle bizi uyarıyordu...
Sonraki adımda ise Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinden sayılan Slovenya'nın kalbine, yani Ljublijana'ya vardık. Kişi başına düşen GSMH'nın tadını çıkarıyor Slovenya. Sınır şehri olan Villas ise dingin bir kasaba hüviyetinde. Belli bir saatten sonra herkesin dinlenmeye çekildiği, hayatın akışının durduğu şirin bir kasaba...
Avusturya'ya girdiğimizde ise artık her şeyiyle Almanya'ya girmiş gibi hissettik kendimizi. Otoban sistemi, iletişim, ödeme biçimleri vb hususlarda Almanya'nın, rengini verdiği bir ülke...
Almanya'nın sanayi şehri Münih'e vardığımızda ise sabah ezanı okunmuştu. Bir günde yedi ülkeyi birden yaşamıştık. "Yedi"nin bir anlamı var mı; "yedi güzel adam"a ya da "Doğu'nun yedi çocuğu"na burdan atıf çıkar mı? Batı'ya gelmenin aslında "Doğu'ya dönmek" olduğu gibi mistik çabalar karşılığını bulur mu yoksa her bir çocuk gibi yeni çocuklar da Batı'ya teslim mi olur!
Tabii ki Avrupa'nın, dolayısıyla Batı'nın hal-i pür melali ile ilgili iddialı şeyler söylemek elbette kısa seyahatlerle doğru olmaz. Ama yakinen anlaşılan şu ki; at sırtında kalbine kadar ulaşılan ve fethedilen Avrupa, uçakla zaten çok yakın ve karayolu ile de ulaşım seçeneğinin ayrı cazibesi var...
Üniversite yıllarımızda hiçbir bahaneye sığınmamış, küçücük cep harçlığımla komşu ülkelerin dördüne gitmiştim; dört yılda dört ülke!
Şimdi azıcık zorlamayla bir günde 7 ülkeyi yaşayabiliyoruz...
Umarım, "Seyahat ediniz sıhhat bulunuz!" emrini, yine getirip "imkanlar"a bağlamazsınız. Zihnimizi açacak, gönlümüzü zenginleştirecek ve bedenimizi farklı iklimlere alıştıracak seyahatler, küçücük dünyalarımızı büyütecek ve mevcut halimize önemli katkılar sunacaktır...
Bu yazıyı, Münih'in merkezinde kuşların cıvıltısı ve suların şırıltısında yazdım. Karnım aç ama umrumda değil, sıhhatli olmak istiyorum...

2 yorum:

  1. Halit abi, kalemine sağlık.Çok güzel bir yazı olmuş."Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz" emri, yazıyı güzelce ifade ediyor bence.Keyifle okudum..Selam ile...

    YanıtlaSil
  2. Eyvallah.
    Duan ile yeni yazılar gelsin...

    YanıtlaSil