Eskiler yeni bir işe ya da göreve başlayana ‘Allah mahcup etmesin!’ derler. ‘Allah yüzünü kara çıkarmasın!’ sözü de
bir başka ifade biçimi…
Hayat akıp giderken tarihin küçük bir kesitinde imtihanımızı
vermekteyiz. ‘Tarihin sonu’ teorilerine
rağmen, her dönemde ‘ahir zaman’
yorumlarına rağmen gaybı/geleceği bilemeden kendi gerçeklerimizle yüzleşmekteyiz…
Ne kadar çabalasak da yapıp-ettiklerimizle bir şekilde
yüzleşiyoruz, yüzleşme bazen yılları
alıyor, bazen asırları…
12 Eylül darbesinden
aklımda kalan az sayıdaki karelerden biri, darbenin olduğu gün ilçemizdeki medrese öğrencilerinin medrese önündeki
kanaldan atlayarak izlerini kaybettirmeleriydi. Evimizin aranması, müftülükler
üzerinden vaiz olan babama baskı yapılması gibi karelerle hayatımın farklı
evrelerinde yüzleşmiş oldum…
O günün benim açımdan anlaşılması en zor olaylarından biri,
neredeyse tüm Türkiye’nin ‘darbe
anayasası’na ‘evet!’ demesine
rağmen babamların ve çevresindeki bir kısım amcaların ısrarla ve bazı riskleri göze
alarak ‘hayır!’ demeleri ve bunu
savunmalarıydı. Çocuk aklımla (ağalar, beyler, şeyhler dahil) çoğunluğun razı
olduğu bir duruma dışlanma pahasına karşı çıkmayı anlamaya çalışıyordum…
Tarihin akışı içerisinde gün geldi 12 Eylül
Anayasası’na %90 evet yerine %90 hayır denir oldu. Geriye o günün şartlarında hayır diyenlerin ödediği bedeller
kaldı…
Aslında bu istatistiksel evrilmenin ötesinde zaman, kişisel tarihimizle yüzleşmemize imkan
verdi. O gün farklı saiklerle darbeci bir anlayışa evet diyenler hiç olmazsa
kendi iç hesaplaşmalarında utanılacak bir iş yapmış oldular. Utanılmayacak,
aksine şeref duyulacak davranışı sergileyenler ise sadece kendilerine değil
evlatlarına da onurlu bir tarih
bırakmış oldular…
Çok sık kullandığımız ‘çocuklarımıza
temiz bir gelecek bırakma’ ifadesi aslında her anne babanın arzuladığı bir
yaklaşımdır. Maalesef hayatın kısa
vadeli gaileleri, ebeveynin uzun boylu gelecek tasavvurunu engellemektedir…
Oysa her ne olursa olsun ‘tertemiz gelecek’ fikrinden uzaklaşmamalı. Ki gün gelip çocuklarımızın
(yani geleceğimizin) yakasına onur kırıcı geçmiş asmayalım…
Nice olaylar var ki yaşandığı dönemde çoğunluk tarafından
normal görüldüğü halde az sayıda cesur insan tarafından hakikati dile
getirilmiş ve bunun için bedeller ödenmiştir. Türkiye’nin darbeler dönemi bunun
en iyi örnekleriyle doludur…
28 Şubat davasına
‘müdahil olmak’ duruşmaya gittiğimde YAŞ
kararları ile ordudan atılan subaylarla tanıştık. Her birinin hikayesi
birer film hüviyetinde. Subayların yaşadıklarını öğrenince şuna kanaat
getirdim; bir olayın üzerinden onlarca yıl geçtiğinde geriye tüm o zorluklara
rağmen şerefle mi yaşandı yoksa küçük/geçici hesaplarla şeref kaybedildi mi sorusunun
cevabı kalıyor. Yitirilen değerler de savunulan değerler de sonraki neslin
boynunda asılı duruyor. Yüzleşmemiz gereken husus, hiç kimsenin utanılacak bir
gelecek bırakmaya hakkı olmadığı gerçeğidir…
Şerefli bir gelecek
oluşturmanın yolu şerefli bir geçmişe sahip olmaktan geçer. O şerefi
muhafaza etmek için çoğunluk tabusu ile
değil adaletin terazisi ile bakmak gerekir. Lehimize de olsa, aleyhimize de
olsa; ‘kızımız Fatıma’ da olsa
düşmanımız da olsa adaletle hükmetmeliyiz ki çocuklarımıza şerefli bir gelecek
bırakmış olabilelim. Aksi durum ya utanılacak ya da yüzsüzlüğe vurulacak bir
durumdur…
Sırf başörtüsüz fotoğraf vermedi diye öğretmenlik
yapamayanlar belki 15 yıllık meslek kaybına uğradılar ama çocuklarına,
boyunlarını bükecekleri bir tarih bırakmadılar…
Herkesin savaş çığırtkanlığı yaptığı dönemlerde sulha çağıranların sedasına izin
verilmedi ama tarih öyle bir mizan ki ölümlere sebebiyet verenlerle ölümleri
bitirmeye çalışanların hakkını ayrı ayrı teslim eder…
Bugünü yaşarken aslında
yarını da yaşıyoruz. Bugün yaptıklarımız yarın şeref madalyamız ya da utanç kaynağımız olacak. Bugün durduğumuz
yer yarın iyisiyle kötüsüyle tapumuz olacak, kaydımızı düşecek. Ne kadar PR yaparsak yapalım gün gelecek geçmişimiz
karşımıza çıkacak. Biz hesabını vermesek de evlatlarımız acısını çekecek. Biz
meyvesini yemesek de çocuklarımız yiyecek…
Son tahlilde musalla taşına geldiğimizde nerede durduğumuz,
nasıl durduğumuz, hak ve hakikate ilişkin tercihlerimizle uğurlanacağız.
Yüzümüz ya kara olacak ya da ak.
“ Onlar sanıyorlar ki, biz
sussak tarih susmayacak, tarih sussa Hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden
kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından
kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar tarihin azabından
kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın gazabından
kurtulamayacaklar.”
(Bu yazı 01.05.2015 tarihinde Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder